Bağırsak floramızın sürekli olarak karşı karşıya kaldığı tehliklere bir bakalım.
Antibiyotikler
Hepimiz antibiyotik kullanmışızdır. Modern dünyada en yaygın reçete edilen ilaç antibiyotiktir. Doğduğumuz andan itibaren bu tür ilaçlara sadece reçeteyle değil, yiyecekler yoluyla da sürekli olarak maruz kalırız. Çiftlik hayvanları ve kümes hayvanlarına düzenli olarak antibiyotik verilir. Bu yüzden onlardan aldığımız bütün ürünler (et, süt, yumurta), bize sürekli olarak antibiyotik ve bu hayvanların vücudunda oluşurken aynı zamanda toksin de üreten antibiyotiğe dirençli bakteriler taşır. Çiftlik balıkları ve kabuklu deniz ürünlerinin tanklarına da düzenli olarak antibiyotik atılır. Pek çok meyve, sebze, tahıl, baklagiller ve kabuklu yemişler antibiyotik spreyleriyle hastalıklardan korunur. Karmaşık modern dünyamızda antibiyotiklere maruz kalmadan yaşayamayız. Hayatımızın o kadar “normal” bir parçası haline gelmişlerdir ki, çoğumuz “antibiyotik bana ne yapar?” sorusunu aklına bile getirmez. 1950’lerde yılda yüzlerce ton olan antibiyotik üretimi 1990’larda yılda on binlerce tona çıkınca, bu gruptan ilaçların insan sağlığına etkileri konusunda endişeyle yapılan çalışmalar ve kanıtları da arttı. Bu araştırmaların sonuçları şöyledir:
- Antibiyotiklerin sadece bağırsakta değil, vücuttaki diğer organlarda ve dokularda yaşayan yararlı bakteriler üzerinde de yok edici etkisi vardır.
- Antibiyotikler; bakteri, virüs ve mantarları iyi huyludan kötü huyluya dönüştürür ve dokulara saldırıp hastalık oluşturma yeteneği kazandırır.
- Antibiyotikler, bakterileri antibiyotiklere dayanıklı hale getirir. Bu yüzden ilaç endüstrisi bu yeni ve değişmiş bakterilerle savaşması için sürekli olarak daha güçlü antibiyotikler üretmek zorunda kalır. Bunun örneklerinden biri tüberkülozdur. Antibiyotiklerin yaygın kullanımıyla ortaya çıkan Tuberculosis, bilinen tüm antibiyotiklere dirençli varyasyonlara sahiptir.
- Antibiyotiklerin bağışıklık sistemi üzerindeki doğrudan hasar verici etkisi bizi enfeksiyonlara açık hale getirir; “daha fazla antibiyotik daha fazla enfeksiyon” döngüsüne yol açar.
Farklı antibiyotik gruplarının bağırsak florası üzerindeki etkilerine bir bakalım:
Penisilinler
Bu grupta isimlerinin sonunda “-silin” uzantısı olan Amoksilin, Amfisilin, Fluklosasilin gibi yaygın olarak kullanılan antibiyotikler bulunur. Bu ilaçlar özellikle iki ana yararlı bakteri grubuna zarar verir: Lactobacilli ve Bifidobacteria. Aynı zamanda patojen bir bakteri ailesi olan Proteus ailesinden Streptococci veStaphylococci’nin üremesini teşvik eder. Bu antibiyotik grubu, normalde kalın bağırsakta bulunan bakterilerin yukarıya, ince bağırsağa doğru çıkmasına ve kişinin İBS (İrritabl Bağırsak Sendromu) ve diğer sindirim hastalıklarına yatkın hale gelmesine neden olur.
Tetrasiklinler (Tetrasiklin, Doksisiklin ve diğer “-siklinler”)
Bu gruptaki ilaçlar yaygın olarak ergenlere, üç ay ile iki yıl arası uzun süreli akne tedavisi için verilir. Tetrasiklinler, mukus zarlarının protein yapısını değiştirerek özellikle bağırsak duvarında toksik bir etki oluşturur. Bunun iki sonucu vardır: Birincisi; bağırsak duvarını anatomik olarak patojen mikropların saldırısına açık hale getirir. İkincisi; bağışıklık sistemini bu değişmiş proteinlere saldırması için harekete geçirerek, vücudun kendi bağırsağına karşı bir otoimmün reaksiyon geliştirmesine sebep olur. Tetrasiklinler aynı zamanda sindirim yolunda hastalığa yol açan Candida mantarının,Staphylococci ve Clostridia bakterilerinin üremesinin tetikler.
Aminoglikozitler (Gentamisin, Kanamisin), Makrolitler (Eritromisin) ve diğer “-misin”ler
Bu ilaçlar, bağırsakta özellikle fizyolojik E.coli ve Enterococci gibi yararlı bakteri kolonileri üzerinde yıkıcı etkiye sahiptir. Uzun süreli bir antibiyotik tedavisi, bu bakterileri sindirim sisteminden tamamen temizleyebilir ve onu E.coli’nin patojen türleriyle diğer mikroplara açık hale getirebilir.
Antifungal (anti-mantar) antibiyotikler (Nistatin, Amfoterisin vb.)
Bu ilaçlar Protheus ailesinin ve ciddi hastalıklara yol açabilen laktoz-negatif E.coli türlerinin üremesini tetikler.
Antibiyotik kombinasyonlarının, tek başına alınan antibiyotiklere göre bağırsak florası üzerindeki olumsuz etkileri daha fazladır. Antibiyotik ağızdan alınıyorsa ve akne, kronik sistit, kronik kulak enfeksiyonu ve diğer kronik enfeksiyonlarda olduğu gibi düşük dozda uzun süreli kullanım gerektiriyorsa daha da zararlıdır. Tıp personeli ve ilaç endüstrisi çalışanları, düşük dozlarda antibiyotiğe maruz kalma riski taşırlar. Aslında bu kişilerde bağırsak disbiyozu (anormal bağırsak florası) çok yaygındır.
Antibiyotik yüksek dozda verildiğinde, bağırsakta hangi bakteri, virüs veya mantarın önce gelirse doldurabileceği boş oyuklar oluşturur. Bu oyukların patojen yerine dost bakterilerle dolması için antibiyotikle birlikte iyi bir probiyotik vermek çok önemlidir.
Antibiyotik kullanım süresi kısa ve doz düşük olduğunda bile bağırsaktaki yararlı bakterilerin iyileşmesi çok uzun sürer. FizyolojikE.coli 1-2 haftada, Bifidobacteria ve Veillonelli 2-3 haftada,bakteroidler ve Pepstreptococci bir ayda iyileşir. Bağırsak florası bu süre içinde başka hasar verici faktörlerle karşılarşırsa, şiddetli bir bağırsak disbiyozu başlayabilir.
Gördüğüm GAPS {GAPS ingilizce Gut And Psychology Syndrome yani Bağırsak ve Psikoloji Sendromunun kısaltmasıdır} hastalarının büyük çoğunluğu, hayatları boyunca pek çok kez antibiyotik tedavisi görmüştü. Antibiyotik tedavisi, çocuklarda en çok, tekrarlayan kulak enfeksiyonları ve göğüs enfeksiyonları için yapılıyor. Emziren annede impetigo ve mastit gibi emzirmeye bağlı enfeksiyonlar için verildiğinde antibiyotik süt ile beraber bebeğe geçiyor. Bu çocukların sağlıklı bir bağırsak florası için başından itibaren şanslarının düşük olduğu düşünülürse, antibiyotik tedavisinin zaten hassas olan bağırsaklarındaki etkisi yıkıcı olacaktır.
Diğer İlaçlar
Çoğu ilaç, özellikle de uzun sürelerle veya sürekli olarak kullanılırsa bağırsak florasına zarar verir. Kronik ağrısı olanlara genellikle uzun süreli kullanmaları için ağrı kesici ve analjezikler (aspirin, ibuprofen vb.) verilir. Bu ilaçlar bağırsakta hastalıklara yol açabilecek hemalotik türde bakteriler ve Campylobacter gelişimini tetikler.
Prednizolon, Hidrokortizon, Betametazon, Deksametazon gibi steroid ilaçlar da bağırsak florasına zarar verir. Ayrıca bu ilaçların bağışıklık bastırma özellikleri vücudu tüm enfeksiyonlara açık hale getirir. Örneğin, steroid tedavisinin nerdeyse kaçınılmaz olarak aşırı mantar oluşumuna, özellikle de Candida türlerinin artışına sebep olduğu biliniyor.
Doğum kontrol hapları yıllardır çok sayıda kadın, özellikle de genç kadınlar tarafından kullanılıyor. Bu ilaç grubunun bağırsak florası üzerinde yıkıcı etkisi var. Bir kadın, çocuk sahibi olacağı zamana gelene kadar bu ilaçları kullandığında bağırsak florası anormalleşmiş oluyor. Bebekler steril bir bağırsakla doğarlar ve bağırsak florasının çoğunu annesinden alırlar. Annenin bağırsak florası anormalse çocuğuna da bu şekilde geçer ve çocuk, egzama, astım, diğer alerjiler ve ciddi öğrenme bozukluklarına yatkın hale gelir.
Uyku hapları, mide ekşimesine karşı verilen ilaçlar, sinir yatıştırıcı ilaçlar, sitotoksik ilaçlar gibi diğer ilaç grupları; bağırsak florası, sindirim sistemi ve bağışıklık sisteminde farklı hasarlara yol açar.
İlaç kaynaklı bağırsak disbiyozu, genellikle en ciddi ve tedaviye en dirençli hastalıklardandır. Batı’da son 50 yıl içinde ilaç kullanımı korkunç derecede artmıştır. Reçeteli veya reçetesiz satılan ilaçları almak günlük hayatın nerdeyse normal bir parçası, komşularla üzerinde sohbet edecek bir konu haline gelmiştir. Ama çoğu insan bırakın bağırsak florasını, bu ilaçların vücutlarına neler yaptığından habersizdir.
Bağırsak florasına başka neler etki eder ?
Beslenme
Yediklerimizin, bağırsak florasındaki kompozisyona doğrudan etkisi vardır. İşlenmiş gıdalarla dolu, besin değerinden çok pratikliğin gözetildiği modern beslenme tarzının bağırsak florası üzerindeki etkisi yıkıcıdır.
Çok fazla şekerli yiyecek ve işlenmiş karbonhidrat; farklı mantarların, özellikle Candida türlerinin, Streptococci,Staphylococci, bazı Clostridia türlerinin ve bakteroidlerle bazı fırsatçı bakterilerin sayısını artırır. İşlenmiş ve şekerli karbonhidratlar (beyaz ekmek, kek, bisküvi, hamur işleri, makarna), bağırsağın kurtçuklar ve diğer parazitlerle dolmasına da sebep olur.
Tahıllardan alınan lif oranı yüksek bir beslenme (özellikle kepek ve kahvaltılık gevrekler); bağırsak florası, bağırsak sağlığı ve genel vücut metabolizması üzerinde çok ciddi bir olumsuz etkiye sahiptir. Bu lifler kişiyi, İBS, kolon kanseri, besin eksiklikleri ve daha pek çok probleme yatkın hale getirir. Meyve ve sebze lifleri, sindirim sistemine fazla zarar vermeyen daha kaliteli liflerdir.
Biberonla beslenen bebeklerin bağırsak florası, anne sütü emziren bebeklerinkinden tamamen farklıdır. Bebeğin, dengeli, sağlıklı bir bağırsak florasına sahip olması için anne sütü şarttır. Bebekler steril bir bağırsakla doğarlar. Gelecekteki sağlığın temellerini atacak olan sağlıklı bakteri karışımıyla sindirim sisteminin bütün yüzeyini kaplamak için, hayatımız boyunca elimize geçen tek şans anne sütüdür. Biberonla beslenen bebeklerin bağırsaklarında, onları daha sonra pek çok sağlık sorununa yatkın hale getiren farklı bakteri kombinasyonları oluşur. Özellikle 1960’larda ve 1970’lerde doğan nesil, o sıralar emzirmek gözden düştüğü için anne sütünden faydalanamadı. Bu moda yüzünden daha sonra ortaya çıkan bütün o sağlık sorunları, tıp mesleğine ve hepimize emzirmenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Neyse ki artık çoğu anne, yeni doğan bebeğini emzirebilmek için elinden geleni yapıyor.
Uzun süre oruç tutmak, aç kalmak ve aşırı yemek, bağırsak florasının kompozisyonunu ciddi şekilde değiştirebilir ve bir dizi sağlık problemine yol açabilir. Bu yüzden, böyle durumlarda besin desteği olarak probiyotik formunda yararlı bakteriler almak iyi bir fikir olacaktır.
Bağırsak disbiyozu genellikle kötü beslenme sonucu oluştuysa çok şiddetli olmaz ve daha iyi beslenme alışkanlıklarıyla düzeltilebilir. Ne yazık ki moden dünyamızda bağırsak floramıza zarar veren diğer faktörlere, örneğin antibiyotiklere maruz kalmamak çok zor.
Hastalıklar
Tifo, kolera, dizanteri, salmonella gibi bulaşıcı hastalıklar ve bazı virüs enfeksiyonları bağırsak florasına uzun süreli zarar verebilir. Sindirim yolunu tekrar yararlı bakterilerle doldurmak, bu tür ciddi enfeksiyonlara yakalanmış hastaların tedavisinde çok önemlidir. Diyabet, otoimmün bozukluk, endokrin hastalıkları, obezite ve nörolojik hastalıklara, genellikle bağırsak florasında ciddi hasar eşlik eder. Bu hasar; ameliyat, kemoterapi, hormon tedavisi ve radyoterapinin yaygın bir sonucudur.
Stres
Kısa süreli stres bağırsak florasında yıkıcı etki oluşturur ama stresli durum geçtiğinde genellikle iyileşir. Ancak uzun süreli fiziksel veya psikolojik stres kalıcı hasara yol açabilir.
Diğer faktörler
Fiziksel yorgunluk, ileri yaş, alkol, kirlilik, toksik maddelere maruz kalmak, mevsimsel faktörler, iyonlaştırıcı radyasyona maruz kalmak ve sert iklimler, dost bakterilerimiz üzerinde büyük etkiye sahiptir.
Her birimizin bağrsağı kendine has bir mikrop karışımıyla doludur. İlaçlar ve saydığımız diğer faktörlerin etkisiyle bu bağırsak florası, her birimizde kendine has bir şekilde değişir, hepimiz farklı sağlık sorunlarına yatkın hale geliriz. Bu süreç önceden kestirilemez. Bilim, bağırsak anormalliklerini tedavi etmek bir yana, henüz bağırsaktaki mikropların hepsini test edecek güvenilir bir yöntem geliştiremedi. Her yeni doğan bebek bağırsak florasını annesinden aldıkça, floradaki hasar da nesilden nesile aktarılıyor ve giderek şiddetleniyor. Bunu, anormal bağırsak florası sorunlarının nesiller içinde daha da ciddi hale gelmesinden anlıyoruz.
Kaynak: GAPS Bağırsak ve Psikoloji Sendromu, Uzm. Dr. Natasha Campbell-McBride MD, Sayfa 33-39, Adalin Yayınları, 2014.
MİKROBİYOM TIBBI İLE İLGİLİ MAKALELER: