Süt (ve Buğday) Neden Bu Kadar Zararlıdır ?

Süt (ve Buğday) Neden Bu Kadar Zararlıdır ? Gabriela Segura, MD

Çeviri: Taş Devri Diyeti Platformu

Süt ürünleri tüketimi–süt ürünleri ile kastedilen süt, peynir, yoğurt, kefir, dondurma vs. de kapsayan tüm süt ürünleri- aralarında kalp ve damar rahatsızlıkları, otoimmün hastalıklar, kanser, alerjiler, astım, sindirim sistemi hastalıkları, tiroid rahatsızlıkları, nörolojik hastalıklar da bulunan çok sayıda sağlık sorunuyla ilişkilidir. Liste bunlardan çok daha uzun ama biz şimdi öncelikle bu ilişkinin nedenleri üzerinde yoğunlaşalım.

Süt, bir kaç ana sebep yoluyla bu rahatsızlıkları doğurur:

– İçerdiği Kazein proteinine olan duyarlılık sebebiyle ki bunun yarattığı büyük hasar buğday ve daha bir çok tahılda bulunan Gluten’in yarattığı hasara benzerlik gösterir.

– Süt alerjileri sebebiyle

– Laktoz duyarlılığı sebebiyle

– Sütün kaynağı olan hayvanların beslenmesinde veya yetiştirilmesinde yer alan bir çok zararlı unsur sebebiyle. GDO’lu yemlerden ya da bir çok tahıldan kaynaklanan toksik lektinler, hormonlar, antibiyotikler, kimyasal tarım ilaçları, enfeksiyonlar bunların sadece bir kısmını teşkil ediyor.

– Ve bunlar dışında daha bir çok başka problem.

Şimdi sırayla bu problemlerin temel mekanizmalarını inceleyelim.

Kazein Duyarlılığı

Süt ve süt ürünlerinde bulunan Kazein proteini aynen tahıllarda bulunan Gluten’in yaptığı gibi ciddi hasarlara sebebiyet verir. Otoimmün tepkileri tetikleyerek ve/veya endorfinleri taklit ederek algı, mod ve davranışlarda değişimlere sebep olurlar. Burada vuku bulan temel mekanizma vücutta bulunan ve Gluten, Kazein gibi proteinleri parçalamaya çalışan belirli bir enzimin bu işte başarısız olmasıdır, ki bu parçalama işlemi vücudumuzun bu proteinlerden besinleri alabilmesi için gerekli olan bir sindirim sürecidir. Bu enzim, sözkonusu parçalama işlemini layıkıyla yerine getiremediği için, bu proteinlerin sindirilmemiş kalıntıları vücudumuzun savunma/bağışıklık sistemi tarafından yabancı bir virüs olarak algılanır. Bunun doğal bir sonucu olarak vücudumuz kendisini bu “işgalcilerden” korumak için bir bağışıklık/savunma tepkisini tetikler.

Bu Kazein ve Gluten kalıntılarının, çeşitli hastalıklara yol açan virüslere bir çok benzerlik içermesi sebebiyle, bu süreç karmaşık bir reaksiyon doğurur; Tip 1 diyabet, MS hastalığı ve Otizm’de de rol oynadığından şüphelenilen bir tür otoimmün tepkidir bu. Kompleks bağışıklık tepkileri farklı insanlarda farklı dokulara zarar verir, dolayısıyla bu durumun sebep olduğu hastalıkların yelpazesi çok geniştir. Ayrıca sindirilememiş Kazein ve Gluten artıkları afyon-benzeri uyuşturuculara benzerlik gösterirler ve böylece beynimiz ve davranışlarımız üzerinde ciddi bir etkiye sahip olabilirler. Gerçekten de bunlar bir tür uyuşturucudur ve bu sebeple de bir çok insan süt ürünleri ve glutene kopamayacağı bir bağımlılık gösterir.

“Detoks ve İyileşme” kitabında [İng. Detoxification and Healing] Doktor Sydney MacDonald Baker bu konuyu aşağıdaki gibi açıklıyor (aynı konunun Kazein proteini için de geçerli olduğunu aklınızda bulundurun!)

Ortalama bir insan ve çoğu doktor tahıllarda bulunan Glutenin sindirilmesindeki ve bedende biyokimyasal , immünolojik olarak proses edilme sürecindeki zorlukların önemli zararlara yol açabileceğine inanmakta zorlanırlar.

İstatistiklere göre Gluten intoleransı yüz kişide bir kişiyi etkilemektedir. Ama genel nüfus yerine belirli bir rahatsızlığı olan insanların içinde araştırma yaparsanız çok daha yüksek bir orana ulaşırsınız. Eğer (Gluten duyarlılığı ile ilgili) sayılan semptomların bir kaçını içeren problemleriniz varsa veya hatta hastalığınızın teşhisi yapılmışsa ama semptomlar kendini göstermeye halen devam ediyorsa, Gluten tüketimini kısa süreli olarak bile kesmeniz size bir fikir verebilir.

Gluten duyarlılığı buğday, çavdar, arpa gibi tahıllarda bulunan proteinle ilgilidir. Burada bahsi geçen duyarlılık sıradan alerji ile aynı şey değildir.

Çoğu gıda duyarlılığı gecikmiş ve zamanla ortaya çıkan reaksiyonlar oluşturur ve bunlar IgG antikorlarıyla ilgilidir. Eğer anında bir reaksiyon oluşuyorsa gıda alerjilerini teşhis etmek göreceli olarak kolaydır, örneğin bir kaç çilek yedikten sonra vücudunuzda hemen kızarıklıklar oluşuyorsa. Fakat gecikmiş tepkiler oluşturan gıda alerjilerini teşhis etmek çok zor ve inceliklidir, çünkü etki-tepki mekanizması keskin hatlara sahip değildir. Bazen 2 saat sonra semptomlar ortaya çıkabilir, fakat çoğunlukla ilgili gıdanın yenmesinden 1 ila 3 gün sonra belirtiler ortaya çıkar. Daha öte komplikasyon ve semptomlar değişkenlik gösterebilir. Bir günlüğüne sorunsuz bir şekilde Gluten yerken bir sonraki üç seferde ishale sebep olabilir. Veya semptomlarınız birikmiş bir şekilde ortaya çıkabilir, yalnızca bir kaç kez Gluten yedikten sonra ya da duyarlılığınız olan bir kaç gıda kombinasyonunu birlikte tükettikten sonra ortaya çıkması gibi.

Gecikmiş gıda alerjileri, çoklukla anormal bir bağışıklık tepkisini barındıran herhangi bir semptom ya da kronik hastalığa sebep olabilir. Hatta zaman zaman gıda duyarlılığı burada doğrudan problemin sebebi değil, olaya karışan bir etken de olabilir. Bir sebeple bağışıklık savunma mekanizmanız yüksek oranda alarm ve tepkisellik modunda takılı kalıp, kalıcı kronik inflamatuar semptomlar sergileyebilir, hatta ilk tetikleyici etkenler ortadan kalktıktan sonra bile. Bu durum meydana geldiğinde bağışıklık sisteminiz, bir çok antijene ve gıdalarla dışarıdan alınan maddeye karşı tuhaf bir saldırganlık hali geliştirebilir.

Buğday ve diğer gluten içeren tahıllar ve süt ürünleri için IgG gıda alerji testeleriniz pozitif çıkmış olabilir ve fakat bunların sizde yarattığı kısa süreli etkiler pek fazla alerjik olmayabilir ama ancak bu gıdaların tüketilmesi kesildikten haftalar sonra hafifleyecek mekanizmalar eşlik ediyor olabilir.

Otistik çocuklar sıklıkla Glutensiz ve süt-süt ürünlerinden arındırılmış bir beslenme sonucunda gelişmeler göstermektedir (bu konuda çok sayıda belge, yayın bulnmaktadır). Bu beslenme buğday, çavdar, arpa ve hatta bu tahıllarda bulunan Gluten kalıntıları içeren ürünlerden tatmıyla uzak durulmasını içermektedir. Yulaf halen biraz tartışmalı bir konudur, bazı testler Gluten duyarlılığı olan kimselerde negatif sonuçlar verse de bazı kimselerde Gluten reaksiyonu ortaya çıkabilmektedir.

Çoğu psikolog, hekim, öğretmen, komşu, ebeveyn ekmek ya da spagetti gibi masum bir gıdanın aklınızı kaçırmaya sebep olacağı fikrini şiddetle reddetmektedir. Ama gittikçe daha fazla sayıda doktor, şizofreni ya da otizm gibi durumlar için Glutensiz bir beslenmeyi listenin en tepesindeki tedavi yöntemi olarak tavsiye etmektedir. Eğer kronik semptomlarınız varsa ve Gluteni 3 hafta ila 3 ay arası gibi bir süre için tamamen elimine eden bir beslenmeyi denemediyseniz, bunu uygulamanızda fayda vardır.

Doktorlar er hastalığın ayrı sebebi olduğu ve her sebebin ayrı bir hastalığı tetiklediği konusunda şartlanmışlardır, dolayısıyla buğday, çavdar, arpa, ve hatta yulafta bulunan bir proteinin uzun bir hastalık listesinin ana sebebi olmasına inanmakta zorlanmaları çok şaşırtıcı değildir : baş ağrıları, kronik yorgunluk, halsizlik, depresyon, kilo alamamayı da içeren çok sayıda sindirim problemi, karın ağrısı, ishal, kabızlık, irritabl bağırsak sendromu, dışkıda sindirilmemiş gıda artıkları, Sjögren sendromu (kuru gözler), beyin kireçlenmesiyle ilintili epilepsi, migren, osteoporoz, kısırlık, düşük kilolu bebek doğumu ya da düşük gibi gebelik komplikasyonları, bağırsak lenfoması, yemek borusu kanseri, diyabet, tiroid problemleri, şizofreni, otizm, Dermatitis Herpetiformis (bir tür deri hastalığı) vb.

Bu problemlerle Gluten intoleransı arasında sebepsel ilişkiler olduğu konusunda çok sağlam kanıtlar vardır. Ayrıca bu liste, çok sayıda araştırmacının dikkatini çeken, Glutensiz beslenmeye geçmiş kimselerin çeşitli rahatsızlıklarında ortaya çıkan dramatik iyileşmelerine yönelik raporlar sebebiyle günden güne gelişmektedir.

Glutensiz beslenmeye geçmeniz durumunda daha iyi olacağınızı kestiren kan ve idrar testleri vardır ama hiç bir kan ve idrar testi %100 kesin sonuçlar vermez. Beslenme sisteminizde yaptığınız değişiklik sonucu ortaya çıkan durum sizin için daha kesinlikli olacaktır.

Orijinal Kuzey Avrupalılar, aynen Amerikalılar, Afrikalılar ve Uzak Doğulular’ın da olduğu gibi buğday tüketimine adapte olamamışlardır, çünkü bunlar ya avcı-toplayıcı idiler ya da mısır, darı, pirinç gibi bitkilerin tarımıyla uğraşıyorlardı.

Gluten duyarlılığını anlamak için proteinlerin sindirilme mekanizmasını anlamamız gerekir. Bir protein amino asitlerin bir araya gelmiş halidir. Birbirine bağlanmış amino asitlere peptit denir ve yaklaşık 100 amino asit birleşerek küçü bir protein molekülü oluştururlar. Çoğu protein yüzlerce veya binlerce amino asitten oluşurlar. Bunlar çeşitli şekillerde birleşirken, genellikle sülfürden yapılma köprücüklerle bir arada tutulurlar. Bu montajın yapısı oldukça güçlüdür ve sindirim sistemimizin görevi yediğimiz besinlerdeki proteinleri demonte ederek tek tek amino asitlere ayrıştırmaktır. Daha spesifik olmak gerekirse; sindirim sistemimiz bu görevi yerine getirmek için mide asitlerini, bağırsakların alkali sıvılarını, sindirim enzimleriyle birlikte kullanır. Belirli enzimler proteinleri peptitlere ayrıştırırlar. Gluten intoleransı denilen şey DPP4 denilen enzimin bu parçalama işinde başarısız olmasıyla ilgilidir.

DPP4’ün başarısız olması ya da yetersizliği sebebiyle, sindirilmemiş bir protein parçası ya da peptit bu (sindirim) süreçten sağ çıkar ve görünüşe göre 2 tür probleme yol açar. Birincisi; bu sindirilmemiş peptit bağışıklık/savunma sistemine tanıdık gelir, başka bir deyişle adapte olacak kadar uzun süre buğday yememiş olanların soyundan gelenlerde bulunan sindirimsel bir zayıflığa bağlı bir tür benzeme (taklit) ortaya çıkarır. Bu durum; bağışıklık/savunma sistemince bir virüs gibi algılanan, şüpheli görünümlü peptite karşı bir bağışıklık tepkisinin tetiklenmesi yoluyla ortaya çıkacak semptomlar yaratır. Glutenden ortaya çıkmış peptit çeşitli hastalık virüslerine benzerlik gösterdiği için, bağışıklık sistemi tarafında kompleks bir savunma mekanizması meydana getirir, ki bu daha sonra ortada öldürebilceği bir virüs bulamaz. Bir sonraki aşama peptite saldıran antikorların dokulara zarar vermesidir. Viral uyarım, bağışıklık tepkisi ve otoimmün hasardan oluşan bu üç ayaklı sürecin bir çok hastalıktaki ortak mekanizma olmasından şüphelenilmektedir, örneğin Tip 1 diyabet, MS ve Otizm. Bağışıklık tepkisi farklı insanlarda farklı farklı dokulara zarar vermektedir.

Glutenden gelen sindirilmemiş peptitlerin sebep olduğu ikinci tür problem bunların kan dolaşımına girmesidir. Sindirilememiş Gluten kaynaklı bu peptitlerin, virüs benzeri algılanmaları yanında ikinci bir tür taklitçilikleri vardır. Bu peptitler afyon ve afyondan elde edilen eroin, morfin, kodein vb. çeşitli uyuşturucular gibi bir görünüm sergilerler. Bu anlayış temelde; otistik ve şizofrenlerin idrarlarında bulunan opioid peptitlere ve ayrıca bir çok kimsenin Gluteni kesmeleri sonucunda ortaya çıkandramatik yoksunluk semptomlarına dayanmaktadır. Bu kişilerde ortaya çıkan malez (halsizlik) ve duyarlılık, asabiyet , eroin bırakma sürecindeki semptomlara kuvvetli benzerlik göstermektedir.

Bir çok kimse Gluten tüketimi sonlandırdıktan bir kaç gün sonra Glutene bağlı semptomlarda belirli bir rahatlama hissedeceklerdir. Bu süreç 3 hafta ila 3 ayı bulabilir.

Bir çok doktor bu konudaki sorunu labaratuvar testleri bağlamında tanımlamaktadırlar, ama labaratuvar testleri çölyak hastalığını tanımlamayı baz alırlar, oysa Çölyak hastalığı illa ki Gluten duyarlılığıyla ilintili bir çok diğer rahatsızlıkla bire bir ilişki içerisinde olmayabilir. Çölyak hastalığı sadece geniş spektrumlu gluten duyarlılığının bir türüdür.

Gluten hakkında öğrendiklerimizin hepsi , süt içerisinde bulunan protein olan, Kazein için de geçelidir: DPP4 eksiliği, böylece peptitlerin kan dolaşımına girmesi ve otoimmün temelli hasarlara sebebiyet vermeleri ve/veya endorfin benzeri davranış sergileyerek algı, mod ve davranışta değişimlere sebep olması. Fakat süt bunlar dışında da sorunlara yol açabilir. […]

Bu enzimlerin eksikliği yalnızca genetik nedenlerden kaynaklanmaz. Bu enzimlerin işlevsel olarak engellenmesinin ayrıca toksisiteyi de (örneğin ağır metal toksisitesi) içeren çok sayıda faktöre bağlı olduğu düşünülmektedir. Şunu aklınızdan çıkarmayın, günümüzde ağır metal toksisitesini tamamen engellemek neredeyse olanak dışıdır, her ne kadar bazı kimseler doğru detoks yöntemleriyle bu etkileri biraz azaltsa da.

Bu problemleri teşhis edecek labaratuvar testleri olsa da bu testlerin hiçbirisi eliminasyon diyetiyle elde edilebilecek sonuçlara yaklaşacak kusursuzlukta değildirler.

Süt alerjisi

Süt alerjisi, kazein duyarlılığından zor ayırdedilebilinen başka bir sorundur. Bu da düşünebileceğiniz her türlü semptomu oluşturabilir. Alerjilerde, yukarıda bahsettiğimiz peptit sorunlarından farklı imun tepkisi rol oynar. Sütteki proteinlere ( genellikle kazeine ) karşı alerjik tepki gösteriyorsanız, yanmalar, kızarıklıklar şişkinlikler, kaşınmalar ya da sindirim sorunlarıyla karşılaşırsınız ya da pratikte bu bahsettiklerimizin hastalığına benzeyen gecikmeli vücut reaksiyonlarına maruz kalırsınız. Süt ürünleri tükedildikleri zaman, değişik aralıklarla, değişik yoğunluklarda tepkilerle karşılaşılır.

Laktoz duyarlılığı

Bu da sütle ilgili diğer bir sağlık sorunudur. Laktoz,memeli hayvanların sütünde bulunan ve iki basit şekerden oluşan bir şeker türüdür: Glikoz ve galaktoz. Bazı insanlarda bu iki şekerin biribirinden ayrı olarak kan dolaşımına karışmasını sağlayan, şeker ayırıcı enzim noksanlığı vardır. Bu durumda, sindirilmemiş laktoz bağırsakta kalır ve bağırsak florası tarafından emilir. Buna bağlı olarak da aşırı tuvalet ihtiyacı, tutulma, ishalve gaz ağrıları baş gösterebilir. Laktoz duyarlılığını teşhis için ‘hidrojen nefes testi’ uygulanır.

Hayvan besiciliği

Süt ürünleri aynı zamanda hormonlar, kimyasallar,antibiyotikler, kan, iltihap, taneli besinlerin toksik lektinlerini ya da genetiği değiştirilmiş besin maddelerini içerebilirler. Aynı zamanda lösemi ve lenfomayla bağlantılı bovines leukemia ve AIDS virüsünü andıran enfeksiyonlarla ilgili kaygılar mevcuttur. E-Koli ve stafilokok enfeksiyonları,yine aynı şekilde süt yüzünden görülebilir. Detaylı bilgi için : milk letter

Diğer sorunlar

Eğer şimdiye kadar, en çok süt tüketen ülkelerin, en yüksek osteoporoz oranına sahip olduğunu duymadıysanız, bu makaleyle bunu öğrenmiş ve bu durumun sebeplerini anlamış olacaksınız. Aşağıdaki alıntı Dr.Hiromi Shinya’nın süt ve süt ürünleriyle ilgili ( yoğurt da dahil ) tüm diğer sorunları da ele aldığı ‘ The Enzyme Factor ‘ adlı kitabından derlenmiştir.

Sütteki ana besin maddeleri, proteinler, yağ, glikoz,kalsiyum ve vitaminlerdir. Süt, bol kalsiyum içerdiğine ve osteoporozu önlediğine inanıldığı için sevilir.

Ama gerçek olan, süt kadar zor hazmedilebilen çok az besin vardır. Süt, kremayı andıran sıvı bir madde olduğu için, susuzluğu gidermek için de tüketilir ama bu büyük bir yanılgıdır. Sütteki proteinin %80ini oluşturan kazein mideye ulaşır ulaşmaz topaklaşır ve sindirimi zorlaşır. Ayrıca marketten aldığımız süt homojenize edilmiştir. Bu şu demektir : Sütteki yağ, uzunca karıştırılarak aynı oranda dağılır. Homojenize işleminin zararı, bu işlem sırasında sütün oksijenle karıştırılarak içindeki yağın okside olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle: Homojenize edilmiş süt, serbest radikaller üretir ve vücuda aşırı ters etkilerde bulunur.

Sonrasında okside yağ içeren süt, 100 dereceyi aşan yüksek sıcaklıkta pastörize edilir. Enzimler sıcaklığa duyarlıdır ve 93 derecenin üzerinde ayrışırlar. Başka bir deyişle : Marketlerde satılan sütlerde, olması gereken enzimler eksiktir, yağı oksidedir ve proteinlerinin kalitesi yüksek sıcaklık neticesinde değişmiştir. Bu açıdan süt, besin ürünlerinin en kötü çeşididir.

Marketten alınan sütler ile beslenen danaların 5 gün içinde öldüğünü duydum. İçinde enzim olmayan besinlerle hayat sürdürmek imkansızdır.

Süt enfeksiyona yol açar

Sütün insan vücuduna ne kadar zararlı olduğunu, ilk olarak bundan yaklaşık 35 sene önce, çocuklarım 6-7 yaşlarındayken atopik dermatit teşhisi konduğunda anladım. Anneleri doktorun dediğini tamamıyla uyguluyor ama tedavinin uzamasına rağmen dermatit iyileşme göstermiyordu. Çünkü oğlum 3-4 yaşlarında sürekli ishal olmaya başlamıştı. Hatta kanama görülüyordu. Endeskopla muayene ettiğimde gördüm ki, çocukta colitis ulcerosa (ülseratifkolit) başlangıcı vardı. Bu hastalığın beslenmeyle ilgili olduğunu bildiğimden, çocukarımın beslenmelerine odaklandım. Colitis ulcerosa başlangıcında karım, emzirmeyi kesmiş ve doktorun tavsiyesi üzerine inek sütü vermeye başlamıştı. Sütü ve süt ürünlerini çocukların beslenme listesinden çıkardık ve beklediğimiz gibi kanamalı ishal ve atopik dermatit kesildi.

Bu tecrübe üzerine hastalarımın ne kadar süt ve sütürünleri tükettikleri hakkında bir liste oluşturmaya başladım. Klinik verilerine dayanarak, eğer süt ve süt ürünleri tüketiliyorsa, alerji eğilimi de yüksek olasılık kazanmaktadır diyebilirim. Bu da bir süre önce yayınlanan alerji raporuyla örtüşmektedir. Bu rapora göre hamilelikte süt içen kadınların çocukları atopik dermatite çok daha fazla duyarlı olmaktadır.

Son 30 senede Japonya’da atopik dermatit ve saman nezlesinde hasta sayısı olağanüstü düzeyde artmıştır. Oran %20 ye, yani her 5 Japon’dan birine denk gelmektedir. Bu oranın artmasıyla ilgili pek çok teori vardır ama ben bunun sebeplerini 1960’larda kahvaltılarda süt tüketilmesine başlanmasıyla açıklıyorum.

Okside yağ içeren süt, bağırsak ortamını zarara uğratır, zararlı bakterilerin oranını arttırır ve bağırsağın florasını bozar. Bunun sonucu olarak da bağırsakta serbest radikaller, kükürt-hidrojen ve amonyak gibi zehirler üretilir. Bu zehirlerin reaksiyonlarıyla ve hangi hastalıkları oluşturduklarıyla ilgili araştırmalar henüz başlangıç aşamasındadır ama bazı raporlar, sütün yalnıca alerjik reaksiyonları çağırıştırmadığı, aynı zamanda çocuk diyabetiğiyle de ilgili olduğunu göstermektedir. Bu raporlar internette yayınlanmıştır ve bunları değerlendirmenizi öneririm.

Fazla süt tüketiminin osteoporoza yol açmasının nedenleri:

Süt hakkında en yanlış varsayımlardan biri osteoporozu engellediğidir. Yaşlandıkça vücudumuzdaki kalsiyum oranı azaldığından süt içilmesi tavsiye edilir. Ama bu büyük bir yanılgıdır. Esasında süt tüketimi osteoporoza yol açar.

Ayrıca sütteki kalsiyumun, mesela küçük balıklardaki kalsiyumdan daha kolay abzorbe edildiğine inanılır ama bu tam olarak doğru değildir. İnsan kanındaki kalsiyum konsantrasyonu yaklaşık 9-10mg dır. Süt içerek bu konsantrasyonun ani olarak yükselmesine yol açarsınız. İlk bakışta, fazla kalsiyumun abzorbe olduğu sanılsa da, kandaki bu artışın zararları vardır. Kandaki kalsiyum oranı ani yükselirse, vücut bu anormal durumu dengeleyebilmek için böbrekler üzerinden kalsiyumu idrar yoluyla atmaya çalışır. Başka bir deyişle, kalsiyum içerdiği için süt içiyorsanız, ironik olarak vücutta ters tepki yaratırsınız ve vücudunuzdaki kalsiyum oranını düşürürsünüz. Dünyada en çok süt tüketen 4 ülkede ABD, İsveç, Danimarka ve Finlandiya’da en fazla kalça frakturları ve osteoporoz vakaları görülmektedir.

Buna karşılık Japonların senelerdir yediği küçük balıklar ve deniz yosunlarında, yavaş abzorbe edilebilen ve kalsiyum konsantrasyonunun ani olarak yükselmesini engelleyen tip kalsiyum vardır. Bunun dışında orada yaşayan insanların süt içmediği zaman aralıklarında hemen hiç osteoporoz gözlenmemiştir. Günümüzde bile sütün sık içilmediği bölgelerde, osteoporoz vakalarına rastlanmamaktadır. Vücudumuz gerekli kalsiyumu ve mineralleri karides, küçük balık türleri ve deniz yosunlarından abzorbe ederken öğüterek sağlayabilir.

Yoğurt efsanesini sorgulyacak olursak

Son yıllarda yoğurdun çeşitli türleri Japonya’da ‘Hazardenizi yoğurdu’ ve ‘ aloe yoğurdu’ olarak, sağlığa yararlı diye reklamları yapılarak son derece üne kavuşturuldu. Bunlar hep yanılgılara dayanarak yapılan reklamlardır.

Yoğurt yiyen insanlardan, bağırsaklarının düzeldiğini,kabızlık çekmediklerini ve kilo verdiklerini duyuyorum. Bunun sebeplerini de yoğurttaki laktobasillere bağlıyorlar.

Ama bu laktobasillerin pozitif etkileri başından sonuna dek sorgulanması gereken bir inançtır. Laktobasiller insan bağırsağında da vardır. Bu bakteriler normal varolan bakterilerdir. İnsan vücudunun dışarıdan gelen bakteri ve virüslere karşı geliştirdiği bir savunma sistemi vardır. Laktobasiller gibi vücudumuz için gerekli olan bakteriler bile, vücut tarafından üretilmediği ve dışarıdan geldikleri için, imha edilirler.

İlk savunma mekanizması, mide asididir. Yoğurtla beraber aldığımız laktobasillerin büyük bölümü, mide asidi tarafından imha edilir. Bu sebepten dolayı pek çok üretici firma, reklamlarında ‘ Bağırsağınıza ulaşan laktobasilli’ sloganını kullanır.

Eğer hakikaten böyleyse ve laktobasiller bağırsağa kadar ulaşabiliyorlarsa, vücudumuza ait laktobasillerle birlikte aktif olabilirler mi? Bu iddiayı sorgulamamın sebebi, klinik araştırmalrımda yoğurt yiyen insanların bağırsak sağlıklarını en bozuk olarak görmemdir. Şiddetle inanıyorum ki; yoğurttaki laktobasiller bağırsağa ulaşsalar bile, bağırsak florasını düzeltmek bir yana, büyük zarar veriyorlar.

Durum böyleyken, neden insanlar yoğurdun sağlıklarını düzelttiklerine inanırlar? Pek çok insan yoğurdu kabızlığa çare olarak görür. Ama bu ‘çare’ aslında ishalin bir türüdür. Şu şekilde olur: Yetişkinlerde laktozu yakacak yeterli enzim yoktur. Laktoz sütteki şekerdir ama laktaz, laktozu parçalayan enzimdir, yaşlandıkça azalır. Bu doğaldır, çünkü süt, bebekken emzirilir ve yetişkinlere verilmez. Başka bir deyişle : Laktoz, yetişkinlerin ihtiyacı olmadığı bir enzimdir. Yoğurt fazla miktarda laktoz içerir. Laktaz enzimi eksikliği yüzünden, sindirimi zordur ve rahatsızlığa yol açar.

Kısaca : Yoğurt yiyen insanlarda ishale rastlanır. Bu durum, yanlış yorumlanarak, kabızlığa karşı bir tedaviymiş gibi algılanır.

Hergün yoğurt tüketirseniz, bağırsaklarınzın dengesini bozarsınız. Bunu klinik araştırmalarıma dayanarak kesinlikle söyleyebilrim. Hergün yoğurt tükettiğinizde dışkınızın kokusu ve dokusu gün geçtikce bozulacaktır. Bu bağırsağınızdaki ortamın bozulmasından kaynaklanmaktadır. Kokunun sebebi de bağırsaktaki toksinlerin artmasındandır. Genelde insanlar ve yoğurt üreticileri bu ürünü överek ve sağlığa yararlarından bahsederek pazarlamaya çalışsalar da, gerçekte pek çok yönden bakıldığında vücudumuz için iyi değildir.

Süt ürünleriyle ilgili diğer bir sorun da lektin içermesidir. Bu da multiple skleroz, şizofreni, otoimmun hastalıkları, romatoidartrid gibi rahatsızlıklarda ciddi sorunlar yaratmaktadır. Lektin duyarlılığı, hayvan besinleri kalitesine dayanan, başlı başına bir konudur. Ayrıntılı bilgi için lektin raporunu okuyunuz.

Çözüm:

Lütfen tüm bu bahsettiğimiz sorunların süt başta olmak üzere, peynir, köy peyniri, yoğurt, kefir, dondurma gibi süt ürünlerinden kaynaklandığını unutmayalım. Sorun kazein oldukça, çiğ süt, tüm pozitif yaklaşımlara rağmen faydalı olmayacaktır. Karşılaştırma için, afyona benzeyen, sizi iyi hissettiren bir uyuşturucuyu gözünüzde canlandırın. Bazıları için tereyağı çözüm olarak görülse de, tolere edilip edilemeyeceğini anlamak için eliminasyon diyeti (bkz.https://www.facebook.com/notes/ta%C5%9F-devri-diyeti-platformu/bedava-besin-duyarlilik-testi-yada-eliminasyonprovokasyon-diyeti/811147572313329 ) yapmak gerekir. İyi bir alternatif olarak ayrışmış tereyağı ( Türkiye’de Sade Yağ olarak bilinen Ghee) önerebiliriz.

Alışılagelmiş olarak bize sorun olan ve aslında tolere etmediğimiz besinlerin müptelasıyız. İnsanlar bu besinleri öğünlerinden çıkardıklarında krize benzer rahatsızlık duyarlar. Ama bu durum geçiçidir ve doğal yollarla aşılabilir. Çözüm bir eliminasyon diyetidir. Bu beslenme şeklini muhakkak inceleyin. Burada size kriz duygusunun nasıl aşılabileceğiniz anlatılmaktadır.

Süt içmenin tek zamanı, bebeklik zamanımızdır. Bu zamanda bile içeceğimiz tek süt, anne sütü olmalıdır. Diğer hayvanların sütünü içmek doğamıza uygun değildir. Yetişkin olarak süt ürünleri tüketmememiz gerekir. Bence her insan hayatından süt ürünlerini ve gluteni çıkartarak, kendisi için en faydalı olanı yapmalıdır. Sağlığına tekrar kavuşmak isteyenler için ise ilk anahtar, eliminasyon diyetiyle vücudunu besinlere karşı olan alerji ve duyarlılığını keşfetmesidir. Besin duyarlılıkları, yalnızca pek çok hastalık çeşidi olarak karşımıza çıkmaz. Aynı zamanda kronik hastalıklar, besin alerjilerinin büyük rol oynadığı ( sorunun sebebi olmasalar bile ) savunma sistemimizin duyarlılığıyla direk bağlantılıdırlar. Bu hastalıkların kaynağı olan kronik iltihaplanmaların sebebidir.

Orijinal Makale : http://www.health-matrix.net/2010/06/05/why-milk-is-so-evil/

Daha fazla bilgi için aşağıdaki kaynaklara başvurun:

Origins of Agriculture – Did Civilization Arise to Deliver a Fix?

The Milk Letter

The Dark Side of Wheat – New Perspectives on Celiac Disease and Wheat Intolerance

Opening Pandora’s Bread Box: The Critical Role of Wheat Lectin in Human Disease

Detoxification and Healing: The Key to Optimal Health by Sidney MacDonald Baker, M.D.

Yorumlar (0)
Yorum ekle