Bizi bağırsaklar yönetiyor!
HOMO sapiens: Bilimin sen, ben ve dünyadaki diğer her insana Latince verdiği isim. Türkçe anlamı: Aklı başında insan! Biraz belin bükükse, vücudun tüylüyse, örtünmüyor, ormanda yaşıyor, elektronik alet kullanmıyor, değişik tarzda iletişim kuruyorsan, taşıdığın DNA % 1-1.5 farklılık gösteriyorsa “maymun” sınıfına giriyorsun. İkisi arasında kalmak diye bir şey de yok bilimde. Şeklen birinden birini andırıyorsan laboratuvarda yapılan bir iki testle ya maymunsun ya da insan.
Bu ilk 4-5 cümleyi okuduktan sonra “Bu haftaki konumuz evrim galiba” diye düşündüyseniz yanıldınız. O herkesin dini inanışlarla yoğurup, kotarıp “anlamlı” yorumlar yaptığı Darwin teorisinden bahsetmeye hiç niyetim yok. O konu zaten bilimin “b”siyle yakından uzaktan ilgisi olmayan birçok kişi tarafından “detaylı” bir şekilde anlatıldı çok şükür(!).
Benim konum biraz daha farklı. Yola daha değişik bir soruyla çıktım bu sefer: İnsanoğlu var olduğundan beri (ki yaklaşık 200 bin yıl olarak tahmin ediliyor), hızla yeni teknolojiler üretmeye devam ediyor. Özellikle son 12 bin yıl içerisinde kat edilen mesafe gerçekten inanılmaz boyutlarda. İnsanların 188 bin yıl süreyle taşlarla sopalarla oynayıp birdenbire şimdi bile akıl sır erdiremediğimiz teknolojik bulgulara imza atmaya başlaması çok ilginç ve tartışmaya değer. İlerki yazılarımda bu konuya da değineceğim. Fakat bugünlerde benim takılıp kaldığım nokta, bilimin son 50 yılda insanda gördüğü davranış farklılıkları üzerine.
Gelişen teknolojiyle istediğimiz her şey önümüze sunulduğu halde neden depresyona meyilli olduk? Neden hâlâ insanlara “İyi insan ol” mesajı veren dinler en büyük öldürme sebebi listesinde ilk sıraya oturuyor? Yapılan istatistiki araştırmalar niçin insanları 50 yıl öncesine nazaran daha bencil, saldırgan, maddiyatçı, acımasız ve egoist olarak buluyor?
Yaptığım literatür taramaları beni ilginç hipotezlerle yüz yüze getirdi. Bunlardan bana en ilginç gelenini sizlerle paylaşmak istedim. Geçen hafta basın toplantısıyla ilan edilen bir araştırma “bağırsakta bulunan bakterilerin beyin fonksiyonunu nasıl etkilediği” üzerine.
California Üniversitesi’nde gerçekleştirilen araştırma, Gastroenterology adlı bilimsel derginin son sayısında yayımlanmış. Stres olunca mide ve bağırsak fonksiyonlarının etkilendiği zaten bilinen bir gerçek. Fakat yeme tarzımızın bağırsak florasını (bakteri içeriğini) değiştirdiğini, bu floranın sinir sistemine (vagus nerve) olan etkisini, beyne gönderilen sinyallerdeki değişikliği daha önce bu kadar detaylı açıklayan bir araştırma görmemiştim. Bu araştırmada bağırsakların beyne, beynin bağırsaklara gönderdiğinden çok daha fazla mesaj ilettiği de ispatlanmış. Özet olarak; genleriyle oynanmış, doğal olmayan, sağlıksız yeme tarzımız önce bağırsağımızdaki (iyi) bakterilerin çeşidini değiştiriyor (1 gram dışkıda yaklaşık 100 milyar bakteri bulunmaktadır). Bu değişim ise direkt olarak beyni, dolayısıyla moralimizi, düşüncelerimizi etkiliyor. Bunu takiben beynimiz de sindirim sistemimize “negatif” sinyaller göndermeye başlıyor. Uzun süren bu kısırdöngü, bizleri çok ciddi kronik sindirim sistemi hastalıklarıyla yüz yüze bırakabiliyor.
Bu ilginç araştırma sonucunda yapılan yorumlar, benim yukarıda sorduğum soruya tamamen olmasa da ilginç bir açıklama getirmekte: Hızla ilerleyen teknoloji yaşadığımız dünyayı korumaktan öte daha çok yıpranmasına sebep olmakta. Doğallıktan uzak yaşam ve yeme tarzımız, vücudumuzdaki hassas dengeleri bozduğundan beynimizin çalışma şekli de, hormon dengelerimiz de, duygularımız da buna paralel olarak değişmektedir. Sonuçta etten ve kemikten varlıklar olduğumuzu unutmamamız gerekmekte. Her ne kadar yaşam süremizi 60-70 ortalamasından 85-95 yıllara çekmiş bulunsak da yaşam kalitemiz buna paralel olarak artmış mıdır pek düşünmüyoruz.
Karnımızdaki o minicik mikropların yaşamımızdaki bu büyük etkisine inanmak zor geliyor değil mi? Unutmayın büyük problemler küçümsediğiniz faktörlerin eseridir. Bakın bu mikroplar daha ne kadar etkili:
1. Aldığınız ilaçlar foksiyonunu yitirebilir: Bazı antidepresanların daha da çok depresyona sebep olmasının bağırsak bakterilerinizin çeşidi ile ilgisi olduğu ispatlanmış. Bunun üzerine antidepresanı kesip hastalarına Bifidobacterium longum NCC3001 adlı bakteri içeren yoğurt veren doktorlar aldıkları sonuçların çok başarılı olduğunu savunuyorlar.
2. Bağışıklık sisteminiz kırılabilir: Bağırsağınızda bulunan bakterilerin çeşidi ve oranındaki bozukluklar diğer hastalık yapan bakterilerin vücuda hâkim olmasına sebep olabilir. Bunun yanı sıra insanların % 15-20’sinde görülen bir bakterinin (Bacteroides Fragilis) “Alzheimer”dan “multipl skleroz”a (MS) kadar birçok hastalığın tedavisinde etkin olduğu gösterilmiştir.
3. Genetik bozukluklar: Bağırsak flora bozukluğu olan küçük çocuklarda birtakım genetik bozukluklar ve öğrenme zorlukları gözlenmiş. Bu sorunların bir kısmının hap olarak alınan canlı bakterilerle (probiotikler) düzeltilebildiği gösterilmiş.
4. Şeker hastalıkları: Şeker hastalarının bağırsak floralarının sağlıklı kişilerden farklı olduğunu biliyor muydunuz? Şeker hastalarının bağırsak bakterilerinin düzenlenmesinin sağlıkları üzerine etkisiyle ilgili araştırmalar devam etmekte. Bunun için en çok kullanılan bakteriler, Bacteroides, Proteobacteria ve Firmicutes.
5. Obezite: Fazla kiloları olan kişilerin bağırsak bakterileri de zayıf bünyelilere göre farklı. Laktik asit bakteri desteğiyle diyet uygulayan insanlar daha çabuk kilo kaybediyorlar. Bu yüzden rejim sırasında bol bol kefir ve yoğurt öneriliyor.
6. Otizm: Her ne kadar otizm üzerine yapılan binlerce araştırma değişik önerilerde bulunsa da bazı araştırmacılar bebeğin gelişimi sırasında bağırsak bakteri florasının bozulmasını, bağışıklık sisteminin kırılmasını ve bunun ardından beynin etkilenmesini sebep olarak gösteriyorlar. Bu konuda en çok isim yapan hekim ise Dr. Natasha Campbell-McBride. Erken tanı yapılan çocuklarda probiotiklerle tedavi üzerine çalışmalar devam ediyor.
http://www.haberturk.com/yazarlar/neva-ciftcioglu-banes/981015-bizi-bagirsaklar-yonetiyor